Sayonara, credit: Tatsuo Nambu / Aichi Triennale 2010
when computers
stopped computing
and phones
start being smart
can you tell
an intelligent way
for tasting humane art?
akıtınca yaşları nur gözünden beriyegönlünde hiç kaldı mı elem geriye?sanırsın el hanesi hep şen diyeher ocak yanar kendi kor ateşiyle.
bu his de nesi?
bilmediğim bir zamanın
loş hikayesi,
yoksunluk uykusunda
güneş yitmesi,
bu tedirgin
his de nesi?
tam o köşede gül,
güneşte;
sadece
sıcacık
ışıklar
kuşan
tenine.
Atam, güzel atam"Kızım neden böyle bir şiir yazdın? Çok klişe" dedim.
Atam, sevgili atam
Onu çok sever vatan.
Özel bir kişidir o
Yurdumuzu kurtaran.
Kalbimiz sevgi dolu
Onu seven her Türk'e.
Işıltılı bambu yapraklarının hışırtısıKaybedilmiş sevgili özlemi çok ağır olsa gerek.
Sürüyor hafızamda
Rüya!
yüzünü yıkamak istiyorum
makyajını temizlemek
ve yaşlılığını hayal etmek.
küçük yuvarlak
masada
nefesin yüzüme
vursun istiyorum
dizin dizime
değsin
ve göz bebeklerin
büyüsün istiyorum
çırılçıplak.
"Bir kadının hayatının yanısıra hayallerini de doldurmaya yeltendiğinde kaybetmeye başlarsın."
karanlık gecedeEnglish:
gölgeler yerde
dolunay!
in the dark of the nightBelow translation comes from my friend Günnur:
shadows lie
full moonlight!
gecenin karanlık yüzünde
gölgeler yalan söyler
ay son haddinde
Rüzgar süzülüyor, kız ortaya çıkıyor
Rüzgar ona iyi geliyor
Tüm insanlar onu çok seviyor...
Sen Bana Aşıksan Ben de Sana Aşığım
Belki daha güzel kokabilir22 Mart 2013
Belki daha güzel olabilir
Ama kimse onun kadar sevgili olamaz.
can illuminated thin screens under the blankets
carry the warmth over the distances?
when the corpses who once sharing warmth
are lying under the cold soil
while the furnitures we carried together
are staying still in the same exact points
and sending zombie memories back cruelly
while the bodies are rotting no faster
than my soul is
when every vital breath is
rooted in the past
and
while
every
crucial
moment is
fleeting
from your weak existence.
"Language is the house of being, which is propriated by being and pervaded by being."Actually, in a way, we are talking about different things. Language, literally, might be the house of being as a tool but the sum of the told words for a being cannot be considered as a language, I think.
my beast comes in the afternoon
he gnaws at my gut
he paws my head
he growls
spits out part of me
my beast comes in the afternoon
while other people are taking pictures
while other people are at picnics
my beast comes in the afternoon
across a dirty kitchen floor
leering at me
while other people are employed at jobs
that stop their thinking
my beast allows me to think
about him,
about graveyards and dementia and fear
and stale flowers and decay
and the stink of ruined thunder.
my beast will not let me be
he comes to me in the afternoons
and gnaws and claws
and I tell him
as I double over, hands gripping my gut,
jesus, how will I ever explain you to
them? they think I am a coward
but they are the cowards because they refuse to
feel, their bravery is the bravery of
snails.
my beast is not interested in my unhappy
theory—he rips, chews, spits out
another piece of
me.
I walk out the door and he follows meTranslation is by Avi Pardo, as usual.
down the street.
we pass the lovely laughing schoolgirls
the bakery trucks
and the sun opens and closes like an oyster
swallowing my beast for a moment
as I cross at a green light
pretending that I have escaped,
pretending that I need a loaf of bread or
a newspaper,
pretending that the beast is gone forever
and that the torn parts of me are
still there
under a blue shirt and green pants
as all the faces become walls
and all the walls become impossible.
öğleden sonra gelir canavarım,
bağırsaklarımı kemirir,
başımı pençeler,
hırlar,
parçalarımı tükürür
öğleden sonra gelir canavarım,
başkaları fotoğraf çeker ve
piknik yaparken.
öğleden sonra gelir canavarım,
pis pis sırıtır bana
kirli mutfak döşemesinden.
başkaları düşüncelerini durduran
işlerde çalışırken
benim canavarım onu
düşünmeme izin verir,
mezarları ve ruh sıkıntısını,
çürümeyi ve harcanmış yıldırımların
iğrenç kokusunu.
rahat vermiyor bana canavarım,
öğleden sonra geliyor,
kemiriyor ve pençeliyor,
ve tanrım, diyorum ona ellerim karnımın
üzerinde, iki büklüm, seni nasıl
açıklayacağım onlara? benim bir korkak
olduğumu düşünüyorlar,
ama asıl onlar korkak olan
çünkü hissetmeyi reddediyorlar, salyangoz
cesareti onlarınki.
canavarım ilgilenmiyor mutsuzluk
teorimle-bir parçamı daha koparıyor,
çiğniyor, tükürüyor
kapıdan çıkıp yürümeye başlıyorum,Do you sometimes think of your beast(s) my friends?
peşimden geliyor.
kıkır kıkır gülen güzelim okul kızlarının
yanından geçiyoruz,
fırıncı kamyonlarının
yanından geçiyoruz,
ve güneş bir an için istiridye gibi
açılıp kapanarak yutuyor
canavarımı
yeşil ışıkta karşıya geçip
kurtulmuşum gibi yaparken,
ekmeğe ya da gazeteye ihtiyacım varmış gibi yaparken,
canavar sonsuza dek gitmiş gibi yaparken,
benden kopardığı parçalar
hala orada, mavi gömlekle yeşil pantolonun
altındaymış gibi yaparken,
bütün yüzler duvarlara,
bütün duvarlar imkansızlığa dönüşürken.