Beast


It's another Sunday afternoon and I am reading Charles Bukowski for soothing my soul.
I am going to share the poem, "Beast", from the book What Matters Most is How Well You Walk Through the Fire, part 3. The Turkish version of the book is Kimse Bilmez Ne Çektiğimi.
I am writing both the original and the translated versions of the poem below.
Enjoy.

my beast comes in the afternoon
he gnaws at my gut
he paws my head
he growls
spits out part of me
my beast comes in the afternoon
while other people are taking pictures
while other people are at picnics
my beast comes in the afternoon
across a dirty kitchen floor
leering at me
while other people are employed at jobs
that stop their thinking
my beast allows me to think
about him,
about graveyards and dementia and fear
and stale flowers and decay
and the stink of ruined thunder. 
my beast will not let me be
he comes to me in the afternoons
and gnaws and claws
and I tell him
as I double over, hands gripping my gut,
jesus, how will I ever explain you to
them? they think I am a coward
but they are the cowards because they refuse to
feel, their bravery is the bravery of
snails.
my beast is not interested in my unhappy
theory—he rips, chews, spits out
another piece of
me.
I walk out the door and he follows me
down the street.
we pass the lovely laughing schoolgirls
the bakery trucks
and the sun opens and closes like an oyster
swallowing my beast for a moment
as I cross at a green light
pretending that I have escaped,
pretending that I need a loaf of bread or
a newspaper,
pretending that the beast is gone forever
and that the torn parts of me are
still there
under a blue shirt and green pants
as all the faces become walls
and all the walls become impossible.
Translation is by Avi Pardo, as usual.

öğleden sonra gelir canavarım,
bağırsaklarımı kemirir,
başımı pençeler,
hırlar,
parçalarımı tükürür
öğleden sonra gelir canavarım,
başkaları fotoğraf çeker ve
piknik yaparken.
öğleden sonra gelir canavarım,
pis pis sırıtır bana
kirli mutfak döşemesinden.
başkaları düşüncelerini durduran
işlerde çalışırken
benim canavarım onu
düşünmeme izin verir,
mezarları ve ruh sıkıntısını,
çürümeyi ve harcanmış yıldırımların
iğrenç kokusunu. 
rahat vermiyor bana canavarım,
öğleden sonra geliyor,
kemiriyor ve pençeliyor,
ve tanrım, diyorum ona ellerim karnımın
üzerinde, iki büklüm, seni nasıl
açıklayacağım onlara? benim bir korkak
olduğumu düşünüyorlar,
ama asıl onlar korkak olan
çünkü hissetmeyi reddediyorlar, salyangoz
cesareti onlarınki.
canavarım ilgilenmiyor mutsuzluk
teorimle-bir parçamı daha koparıyor,
çiğniyor, tükürüyor
kapıdan çıkıp yürümeye başlıyorum,
peşimden geliyor.
kıkır kıkır gülen güzelim okul kızlarının
yanından geçiyoruz,
fırıncı kamyonlarının
yanından geçiyoruz,
ve güneş bir an için istiridye gibi
açılıp kapanarak yutuyor
canavarımı
yeşil ışıkta karşıya geçip
kurtulmuşum gibi yaparken,
ekmeğe ya da gazeteye ihtiyacım varmış gibi yaparken,
canavar sonsuza dek gitmiş gibi yaparken,
benden kopardığı parçalar
hala orada, mavi gömlekle yeşil pantolonun
altındaymış gibi yaparken,
bütün yüzler duvarlara,
bütün duvarlar imkansızlığa dönüşürken.
Do you sometimes think of your beast(s) my friends?

1 comment:

Anonymous said...

I felt my beast has came this night so I want to read this again. I think tomorrow morning I will hold my beast's hand and we will take a walk..