İş hayatının bir türlü ayarı tutturulamayan hitap karmaşasına değinmek istiyorum. Kime ne zaman sen diye hitap etmeli, ne zaman siz demeli?
Bu bence kanayan bir yara. Kanamanın sebebi de durumun biraz modern pazarlama ve sosyal medya kültürü, biraz usül bilmezlik, biraz kendini büyük görme/gösterme çabasıyla karışık hallerden ibaret olması.
Hayatta sınırlar ve mesafeler daima önemli ve tam da merkezde yer alan bir belirleyiciliktedir bana kalırsa. Bu konuya felsefede dahi önemli bir yer verilmiştir. Sınırı bilemeyen kendini de tanımlayamaz, mesafeyi bilemeyen hayattan zevk alamaz. Sınırlar üzerine iyi bir derleme okumak isterseniz buraya bir göz atmanızı tavsiye ederim.
Dikkatimi çeken durumları sırayla arz edeyim:
Pazarlama
Son yıllarda sık sık senli benli mesajlar alıyorum firmalardan. Bana çok itici geliyor. "Seni özledik", "hemen gel ve başla", "uyudun mu?" ve niceleri... Bazıları da birer komut serisi: "Kapakları topla, bakkala götür, hediyeni kap, sen de bizden ol...". Hangi pazarlama ekolü bu dili böylesine piyasaya yaydı bilmiyorum ama bence büyük bir kültür sorunu. Boudrillard ve McLuhan böyle düşünmemişti tahminen :) Zaten üst seviye markaların hiçbiri böyle bir hitapla seslenmiyor müşterilerine, orta-alt markaların uyguladığı bir yöntem.
İnsan Kaynakları
Bu departmanlar istisnasız her türlü yazılı/sözlü iletişimde, daima senli benli hitabı tercih ediyor son birkaç yıldır. Sanırım, yukarda bahsettiğim kurum-müşteri jargonundan esinlenilmiş bir durum: Çalışanlar iç müşteri kabul edilerek aradaki mesafe sıfırlanmak isteniyor. Zaten neredeyse her firma "biz aileyiz" temasına da bağlı olduğundan ve çekirdek aile içinde de senli benli konuşulduğundan böyle bir yola girilmiş durumda. Eskiden böyle değildi.
Bu durum özellikle iş görüşmelerinde garip bir güç dengesizliği yaratıyor. Örneğin, bir mülakatta aday potansiyel işverene daima siz diye hitap ederken, gencecik insan kaynakları uzmanı başlıyor adayla senli benli konuşmaya... Bu bir samimiyet işaretinden ziyade üstünlük kurmayla karışık bir mesafe bilmezlik gibi geliyor bana.
Bir de insan kaynakları yazılım sistemlerinden gelen, çalışanın ailevi ilişkileri hakkında ön kabullere dayalı bir zeminde yazılmış aşırı samimi(!) sınır tanımaz otomatik mesajlar var ki değinmeden edemeyeceğim. Bazıları direkt eve mektup olarak gelir ve aileye hitap eder: "Ali son 1 aydır eve geç geldi biliyoruz. Çünkü Ali XXX projemizde başarılı olmamız için çok ama çok çalıştı. Ali ve senin fedakarlıklarınız sayesinde XXX dünyada 1 numara oldu. Desteklerin ve sabrın için teşekkürler..."; veya çalışanın eşi tarafından çok sevildiği ideal aile ön kabulüne dayalı "Bugün 7. evlilik yıl dönümün. Ali ile geçen mutlu yıllarını düşün ve geleceğe güvenle bak..." tarzında mesajlar; veya yeni doğanı sahiplenme: "Şirketmizin en yeni üyesi Ali bebek..." söylemleri.
Bu dil, aslen, bireyi kolonileştiren ve sınırlarını ele geçiren bir tutumu ortaya koyuyor bence. Bilerek yapılıyorsa kötü, farkında olmadan samimi olmak adına safiyane biçimde yapılıyorsa yine kötü.
Pazarlama kısmında belirtmiştim, üst seviye markalar mesafeye riayet ediyor diye, devlet çapındaki büyük kurumlarda da asla senli benli iletişim yapılmıyor bildiğim kadarıyla. Örneğin, herhangi bir devletin ordusunda "Sevgili Ali, bugün korgeneral oldun. Bugüne dek silahlı kuvvetler ailesine kattığın değer için..." şeklinde bir mesaj yollanıyor mudur?
İş Arkadaşları
Bazı Amerikan tipi şirketlerde herkes birbirine adıyla hitap eder, bunu bizim firmalar da bir ara denedi ama tam olamıyor bizim kültürde. Bizde üst asta, kıdemli kıdemsize, yaşlı gence sen diye hitap ederse normal karşılanır. Tersi iletişim trafiğinde de siz denir, normal karşılanır. Standart iş iletişiminde herkes birbirine siz der, o da normal karşılanır. Bir de işin içinde kişisel mazi olan durumlar vardır tabi... Biriyle arkadaşsınızdır, hukukunuz vardır, iş yeri dinamiklerinden ari bir dil kullanabilirsiniz ama topluluk önünde kaideye uyarsınız.
Tüm bu normal durumlarda benim hazım ve görgü problemi olarak gözlemlediğim bir komik çıkmaz var: Terfi sonrası hitap. Mesela, ilişkinin başında biri kıdemsizdir, diğer kişi müdürdür. Kıdemsiz kişi müdüre siz diyerek hitap eder yıllar boyu. Sonra, aradan zaman geçer kıdemsiz de müdür olur, eski müdür hala müdürdür. Unvanlar eşitlenir yani... Terfi edende sosyal kıvranma başlar. Mevkidaşına eskiden olduğu gibi siz dese kendini altta hisseder. Direkt sen diyecek hissiyata da gelemez hemen, yüzü tutmaz. Garip yöntemler dener... Örneğin, hitapsız konuşup direkt lafa girmek gibi :) Sonra, kişinin adını söyleyip abi der. Mesela Ali Bey dediği insana Ali abi demeye başlar. Sonra da bütün cesaretini toplayıp, bir gün aniden Ali demeye başlar. Bu kıvranmaya ve hazımsızlık haline o kadar fazla şahit oldum ki anlatamam.
İnsanlara bir sözü hissederek söylemedikçe bir dil inşa etmek ne mümkün... Bir dil inşa edemeyenin sosyal piramitte yer tutması ne mümkün.
Bu garabet, kültürü net biçimde oturmuş akademi gibi alanlarda asla olmaz. Biri profesördür, biri doçent. Doçent profesöre hocam der. Bir gün kendisi de profesör olur, hocam demeye devam eder. Birden bire Ali diye seslenmez kıdemli profesöre. Bunu yaparsa ayıplanır.
Bir de bizim iş kültüründe "erkekler kulübü" o kadar baskındır ki herkes herkesin abisidir. Kimse düşünmez kadın çalışanların o abili muhabbetlerde nasıl hissettiğini. Abicilik yaygın. Bu da ayrı bir mesafesizlik tabi.
Dil entelektüel insanın evidir. Herkes bir dil kurar ve etrafında gelişir bir sarmal gibi. Zamanla dili de gelişir. İster kurumsal dil olsun, ister bireysel, iletişimle tanımlanan sosyal pozisyonlama, sınırlama ve mesafe tespitine dikkat etmek gerek. Mesafesi ve sınırı belli olmayan, bir nevi ölüdür.
Ali'yi de çok andık, kulakları çınlamıştır.
Affetsin.
No comments:
Post a Comment