This is written in 2002, it is my first writing and it is really bad :)
Aklında tam olarak şekillenmiş bir öykü olmaksızın kağıda kaleme sarılmak ve bir takım zihinsel kıvılcımlar öbeği ile sayfaları doldurmak, çoğu yazar adayının yaptığı bir şey gibi geliyor bana. Basit bir anlatım, bunun yanında bir takım karmaşık cümle örnekleri ve bir sayfa daha dolar...
Nereye gideceğini bilmeyen ve bacakları ile beyni arasındaki bağlantıyı koparmış bir insanın sadece ve düşüncesizce yol alıyor olmasının verdiği rahatlıktır yazanın yaşadığı. Kendimi mi anlatıyorum, yoksa aynı kaderi paylaşan arzu dolu bir grubun mu sözcüsüyüm bilmiyorum... Kesin olan tek şey, gramer kurallarına uygun bir metin oluştuğu.
Sürekli aynı sözcükleri tekrarlıyor olmak gibi bir kaygısı yoktur yazanın. Okuyucuyu etkilemek ondan çok uzakta olan bir mefhumdur. Söz etkileyebilmek olunca işler değişir. Bu, beklenmedik bir başarı olur. İddiasız ama başarılı. Ve belki de bir safsata yumağıdır oluşan. Kesin olan tek şey, bir sayfanın daha dolduğudur.
Benim gibi birçok yazanın olduğundan eminim. Oluşan metin, belki de yeni bir insan kitlesinin manifestosu olacak. Yazar ve yazan arasındaki fark! Ön çalışma yok, saha araştırması yok. Üzerinde çalışılmışlık ise zaten yazana yeterince sıkıcı gelmekte. İstisnai tek ön çalışma yazanın bir biçimde şekillenmiş olan ömrüdür. Ama yazan ömrünü kağıda döküyor da sayılmaz çünkü yaşı bir ömrü niteleyemeyecek kadar küçük olabilir. Yazının kaynağı, yazanın tüm vücudunu dolaşan, beyin merkezli elektrik akımıdır ki düşünceleri ve kas hareketlerini temeller. Pek çok üstat tarafından küçümsenme ihtimalim olduğu halde, bu elektriğe inancım ve saygım sonsuz. Zira bahsettiğim elektrik her insanın en hayati işlerinin de kaynağını teşkil etmekte. Ve ileri giderek şunu da söylüyorum: ”Çoğumuz bu elektriğin esiriyiz!”. Nietzsche çoğu zaman zihinsel şoklarına esir düşer ve hafif bir meditasyon haliyle yazardı yapıtlarını. Sen ise sevişirken esiri olursun vücudundaki akımın. Ben de umarsızca sayfaları doldururken teslim ediyorum kendimi bu içimdeki eğitilmemiş enerjiye.
Eğitimli ve akıllıca bir beynin sadece güdülerle yönlendirilmesi: Son derece etkileyici bir deney bu. Bir patlama, bir çeşit doğal afet. Uzunca bir zamandır pek çok girdiyi kabul etmiş bir kutunun çalkalanırken dışarıya saçtıkları. İnsanlara, çevreye, yaşama ilgi duyuyorsanız, bu deneye de ilgi duyuyor olmalısınız.
Metnin sonuna gelirken hatırlıyor olacağınız tek şey, bir metni okumaya başlamışlığınız olacak. Herhangi bir şey anlamamış olmanın verdiği doğal huzurla son satırların üzerinden geçip kendinizi sevgilinizin kollarına atabilir ve uzun bir geceye başlayabilirsiniz. Benle şu sıralar paylaşıyor olduğunuz şey bir ön sevişmeden farksız. Millet olarak ön sevişmeyle fazlaca meşgul olmadığımız gerçeği ise oluşan yazının bu coğrafyadaki anlamsızlığı kadar doğrudur. Erken boşalma kaygısı taşıyan pek çok erkek gibi seks öncesi dürtüsel patlamalardan uzak kalmak isteyişinizi anlayabilirim. Fakat kadınlar bundan hoşlanır.
Nasıl yaşıyor olduğunuza bir baksanıza... Her daim sahip olamadıklarınıza duyduğunuz özlem ile geçiriyor olduğunuz zaman, artı, bu özlemlerinize ulaşabilmek için çalışıyor olduğunuz zaman, artı, son nefesinizi verirken hala birçok eksik yaşanmışlığınızın olduğunu fark ettiğiniz zaman, eşittir hayatınız. Bölen siz, kalan sıfır. Bu bile mutlu edici bir gerçektir bence: Bir insani kendisine bölerseniz, kalan sıfır olur. Ve şu sıra sıfırı anlatan bir yazının başında, yoğun bir anlamsızlığın ortasındasınız. Boş verip önemli işlerinize dönmek ya da ön sevişmeyi boşalmadan uzatabildiğiniz kadar uzatmak. Ve bunu sağlarken sevişiyor olduğunuz gerçeğinden uzak düşüncelere dalmak. İyi bir geciktirici yöntemdir. Can havli ile ilkokulda sıra dayağı yediğiniz günü ilk günkü heyecanı ile anımsayabilirseniz, boşalma zamanınız nereden baksanız üç dakika gecikir ki bu basketbolda çok uzun bir süredir.
Okuyucuyu insan olarak, erkek olarak ya da kadın olarak düşünmek konusunda daima kararsız kalıyorum. Aslına bakarsanız, erkek ve insana hitap ederseniz bir tür kutsal kitap tarzı tutturabilirsiniz: İnsanın fazilet ve eksikliklerinden bahset, erkeklere yaşam ve kadınları konusunda öğüt ver, aralarından birini de peygamber ilan et ve hedef kitlenin sana dönmesini bekle. Dünya üzerinde başarısı kanıtlanmış yegane hitap şeklidir belki de. Bu bir yanda dursun, eğer homoseksüel bir edayla sadece kadınlara hitap edip dip boyalarından, geçen gün vitrinde gördüğünüz ayakkabının hala ucuzlamamış olduğundan, bikini öncesi epilasyonun ne kadar acı verici olduğundan, erkeklerin dünyaya hassasiyetten ne derece uzak baktığından, bunlarla beraber, sevgilinizin ayakları kokan çok iyi bir insan olduğundan dem vurursanız Pakize Suda, Duygu Asena, Feyhan Güler arası bir stile imza atmış olursunuz. Ama bunlardan hiçbiri olmamanın verdiği melezlik duygusu ile ön sevişmenin ötesinde, tümüyle seksten vazgeçip, dönüp sırtınızı uyumanız işten bile olmaz. Sanırım bütün bu anlattıklarım yüzünden, hiç kimseye hitap etmeyen, içgüdülerinin peşinden koşan bir yazan olma yolunu tercih etmekteyim.
Kucağınızda, bembeyaz gelinliği içinde, taşıdığınız taze hayat arkadaşınızla otel odasına giriyor olmanın verdiği uçarı heyecan ve başarmışlık duygusunu düşünün. Bembeyaz gelinliğinizle sevgilinizin kollarında lüks otel odasına taşınıyor olmanın tattırdıklarıyla eşdeğer midir sizce? Hayatlarınızı birleştirmiş olduğunuz o ilk gecenin en çarpıcı anektodu, düğün boyunca içtiğiniz şampanyanın sizi geğirmeye zorlaması ve bununla birlikte eşiniz ısrarla öpmeye çalışıyor olmanız olabilir. Rahatlamak için, kuralları kesin çizgilerle belli olan gerdeğin gereklerini bir yana koyup geğirin. Ve bunu onun gözlerine bakarak yapın. Belki de gözlerinize dikilmiş gözlerimle geğiriyorum satırlarımda. Ne de olsa sizinle geçirdiğim ilk gece bu. Bizim gerdeğimizin kurallarını yıkma hevesimin altında yatan tek şey, rahatlama arzumdur.
Eğer biri, bir süreliğine gözlerinize ve aklınızın bir kısmına hakim durumdayken, yüzünüze “rahatlıyorum” diyorsa bilin ki onun için ön sevişme bitmiştir, hem de sinsi bir erken boşalma ile.
Banyoya git, tanrıya sağ elini yarattığı için şükret.
No comments:
Post a Comment