My Old Writings 3

The one below is from 2003. Not too bad.

Hüznü mü yansıtmalı, pisliği mi? İnsalığı sedece hüzünlü dürtüler mi kaynaştırıyor? Yüzüne bakmadığımız insanlara üzülmeyi ne kadar da severiz bizler. Bizler dediğim kabuğunu kıramamış beyaz yakalı pislik örtücüler, mavi yakalı pislik temizleyiciler, yakasız pislik üreticiler, yakalar yapan pislikler...

Bozulmak üzere olan ve kırıldığında iğrenç kükürt kokusu salmaya hazır yumurtalarız. Bu nedenle kıramıyoruz kabuğumuzu. Kapalı, sıcak, koruyucu, güvenli yuvalarımızı niçin terk edelim. Bol kaşarla karıştırılıp güzel bir omlete malzeme olsak daha faydalı olmaz mıydık çocuklara? Kıvır kıvır saçlı şişman çocuklara...

Geçtiğim yollardan dikkat ederek tekrar geçmeye bayılıyorum. Tarlaları fark ediyorum uçsuz bucaksız. Enerji nakil hatlarını görüyorum hayat taşıyan. Somut olarak taşıdıkları tek hayat birimi göç ederken mola veren kuşlardır aslına bakarsanız. Biz güzel insanlar kendimizi her dem doğanın dışında yapay nesneler olarak görmez miyiz? İnsanoğlu ve asırlardır çapını büyütüyor olduğu medeniyet çemberi, ormanları yok ediyor, filan kaplumbağanın neslini tüketiyor söylemleri hep kendimizi kaplumbağa ile, kayın ağacı ile eşdeğer görmek istemememizden gelmiyor mu? Yaşamak için, daha konforlu yaşamak için, yeni nesillerimiz için, hayatın sırrını bilen alt benliğimiz istediği için önümüze gelene acımayız biz. Son derece rasyonel bir davranış biçimi bana kalırsa. Tutarlı çelişkiler diyarının kralları.

Sen, ben.

Hem ağacı hem kitabı seversin.

Ne kadar çok kitap okursan o kadar çok ağaç keserim.

Ağacı da severim.

Çelişkiden kurtulmak basit. Ağacı okumayı, kitabı dikmeyi öğren. Bir başkası sana duygularını iletsin diye mi herşey? Aracıları kaldır, git ve konuş onunla. Saatlerce, yorulmak bilmeden konuş... Kabuklarınız yavaş yavaş çatlamaya başlasın. İğrenç kokularınızı duyumsayın alabildiğine. Bu vakitten sonra ne senden ne benden omlet olmaz çocukların ağızlarına layık. Peynir için süt veren ineklerin gözleri dahi daha anlamlı kaldı yaşamlarımızın yanında. En azından içini göster de çocuklar ders alsın unutmamacasına. Kıvır kıvır saçlı şişman çocuklar.

Yanmış günahlarımın küllerini savurmak istiyorum çöllere, kadınımın altınlarını denizlere atıp onun boynunu denizlerle bezemek istiyorum. Okyanusların binlerce kilometre altında yaşayıp demir soluyan zehir bakterileri ile gargara yapmak, altın hırsını yenememiş İspanyol krallarının boğazını Güney Amerika yerlilerinin sıtmalı kanıyla doldurmak istiyorum. Cesaretim kanıtlanmıştır benim ne de olsa. Her gün şah damarının üzerinde ustura gezdiren bir cinsin temsilcisiyim ben. Sinek kaydı traşların şovalyesiyim. Değirmenlere kafa tutan yarım akıllı Don Kişot bile kahraman sayılıyor bu dünyada, aşk içmeye su içmeyi yeğleyen Ferhat anılıyor hayranlıkla Anadolu’nun derinliklerinde hala, meydanlara çıkıp çatal dillerinden irin damlatanlara alkış hediye ediliyor aymazlıkla, benim gibi menevişli zırh yerine kalın yumurta kabuğu kuşanmış cesur kahramanlar da yerini bulur beslenme zincirinin üst katmanlarında.

Kainatta ufacık bir noktasın. Az ve küçüksün. Gezegendeki tüm karıncalar birleşip saldırsa, zefere ulaşmaları birkaç haftayı geçmez. Bir insana karşı on milyon karınca oranı ile barış içinde yaşıyorsun bu, kainatın neresinde olduğunu bilmediğin, mavi kürede. Ve tam o anda insan ırkından hiçbir üyenin görme şansı bulamayacağı kadar uzak bir gezegende, kocaman bir dağın zirvesinden saatte beş yüz kilometre hızla esen fırtınanın ektisiyle bir kaya parçası bırakıyor kendini dipsiz bir vadinin derinliklerine. Neden? İnsan neslinin asla haberdar olamayacağı o kaya neden bildik, ve tamamen insanın doğa anlayışının bir ürünü olan, fizik kurallarına uygun bir şekilde hareket ediyor uzaklarda? Çocuklar mutlu yarınlara ulaşabilsin diye mi? Kıvır kıvır saçlı şişman çocuklar.

[İnsanoğlunun evrensel gerçekleri saptayabilme ve bunları yaratıcı biçimde kullanıma alabilme potansiyeli olduğu halde sosyal amaçlarımız ve hayat kültürümüzün evrenin her yerinde geçerli olacak kadar deterministik olmadığını görüyoruz. Tek amaç “çocuklarımız mutlu yarınlara ulaşsın”. Bu doğru ve geçerli bir amaç mı? Hayatı neden potansiyelimizin gerisinde kalan kurallar ile şekillendiriyoruz? ]

Karanlığı mı yansıtmalı, ışığı mı? Oturmuş çömlek yapar tezgahında... Çömleği verir buğday alır. Altın rengi başakların hışırtısını duymadan yaşar tezgahının başında. Ömürlerini başakların ışıltısı arasında şarkı söyleyerek geçiren ağutos böcekleri kadar tat alamamıştır yaşamından. Mutlu bir yazdan sonra kışın açlık çekmek var sonunda. Oturmuş hesap yapar masasında... Benzi solmuş radyasyondan, yazar on binleri, toplar milyarları. Hesabını verir, parasını alır. Parasını verir, ilacını alır oturmaktan filizlenmiş basuruna sürmek için. Kızılcık filizlerini görmeden yaşar masasının karanlığında. Bedeninin karanlığında yaşayan tenyalar kadar tat alamamıştır hayatından. Dalından kızılcık toplayıp yiyen bir işsiz olmak var sonunda. Işığın eşiğine takılıp, karanlığın beşiğinde sallanıp uyuyakalmış hayatları belgeler yüzyıllar.

No comments: