Daha önce, yazarken çok keyif aldığım bir paylaşımımda bahsetmiştim: İlham verilen değil alınan bir şeydir. Hayata kendimizi besleyen bir açıdan baktığımız her an, her yerde bir modern zaman kahramanına rastlamak mümkün olabiliyor. Klişelerin ötesinde, efsaneleştirilmiş meşhur karakterlerden ayrı, herkes kadar yakın, her an dokunabileceğiniz insanlar bir anda sizi büyütebiliyor.
Yine daha önce yakınmıştım, sanki artık her şey biraz daha hassas ve fazlasıyla kırılgan demiştim. Bir bakıştan, bir sözden, havadan, masadan, bilgisayardan, yoldan, binadan, neredeyse her an boğulmak üzere nefesini tutmuş bekleyen, yıkılmaya dünden razı birileri...
Güç.
Güç nereden gelir?
Yaşım ilerliyor, ama halimden şimdilik memnunum. Sırf en iyi zamanında canlı NBA izlemiş olmak için bile bu yaşta olmaya değerdi. Jordan'ı oynarken izledim... GOAT! Onun meşhur "flu game" performansı vardır. Yaklaşık 40 derece ateşle oynayıp 38 sayı atmıştı 1997 NBA final serisi 5. maçta. Gücü nereden gelmişti?
Korona salgını bitti, hayat eski güzel günlere döndü. Maskeler, aşılar yok. Kapanma yok. Ofislere gidiliyor, yollara düşülüyor. Birçok insan bu durumla daimi mücadele halinde. Her gün bir trajedi(!).
Uğrak mekanım olan bir kahveci var. Genç bir barista çalışıyor. Hem okuyor, hem çalışıyor. Birkaç gün önce gördüm, alnı şişmiş. Biraz da morarmış. Ne olduğunu sordum. Meğer bir önceki gün yük gemisiyle çarpışan Üsküdar motorundaymış. Sarsıntıyla sandalyesinden fırlayıp karşısındaki direğe vurmuş başını. Kaza sonrası tomografi filan çekilmiş, "iyisin ama bugün uyuma" demişler. Ertesi gün kalkmış dükkana gelmiş. "Neden geldin, dinlenseydin bugün" dedim. "Burada işim var" dedi. Gücü nereden buldu?
Bir üst düzey yönetici tanıyorum. Büyük bir şirkette yıllardır başarıyla görev başında. Fark yaratan biri. Kanser tedavisi görürken neredeyse işten hiç kopmadı. Toplantılar, ziyaretler, ürün lansmanları... Tamamen iyileşti artık ama bu gıpta edilecek gücü ve dayanıklılığı nederen geldi?
Yaklaşık 25 yıllık arkadaşım var. Kadın. Meme kanseri atlattı, radyo terapi görüyor 1 aydır. Her gün Marmaray ve metro kullanarak Levent'teki işine gelip, akşam da aynı yolla geri gitti. O dönemde bunu yapması için bir zorunluluk da yoktu. Kendini kariyeriyle tanımlayan, herkesin bir kalıba sokmaya bayıldığı "işkolik beyaz yakalı" etiketi de yoktur. Gücünün kaynağı neydi?
Bir güvenlik görevlisi var. Yirmili yaşlarında. Gözleri parlıyor her sabah. Geçen Cuma ayak üstü sohbet ettik. "Hafta sonu 2 gün VIP yakın koruma görevim var" dedi. "Zaten işiniz ağır, bir de hafta sonu yorgunluk olacak" dedim. "Hayır hayır, ben yorulmam" dedi. "Nasıl oluyor?" dedim. "Seviyorum çünkü" dedi :) Belli ki gücü sevgisindeydi.
Ve tabi ki Mustafa Kemal Atatük... Gazi! Sakarya Meydan Savaşı'nı kırık kaburga ile yönetti. Dünya savaş tarihine geçti bu muharebe. Tarihteki en uzun süren meydan savaşı. "Gücü nereden geldi" demeyeceğim çünkü 1914 yılında yazdığı Zabit ve Kumandan ile Hasbihal adlı kitabında bir orduyu yaşatan güç ve ruh hakkında düşüncelerini belirtmiş:
"Kuşkusuzdur ki bir orduyu meydana getiren genellikle her birey, canlı bir makinenin canlı unsurları, parçalarıdır. Bu makineyi işleten, her unsurunu, her paçasını harekete geçiren araç, buharla işleyen motorlar değildir. O işletme aracı, ordu makinesini oluşturan canlı unsurların beyinlerindeki kuvvet ve kanlarındaki ruhtur. Bu beyinlerde ve bu kanlarda, gereken akım kuvveti ve hızı bulunmazsa makine durur ve başka hiçbir kuvvet onu işletemez. Böyle bir makinenin yeniden çalıştırılması için herhangi bir veya birkaç makinistin sanat ustalığı da yetmez ve bu işi üzerine alamaz. Çünkü bu uyuşuk beyinlerden ve durgun kanlardan oluşmuş yığınlar taş, demir ve odun yığınlarından daha hareketsiz ve daha ağırdır."
Beyinlerdeki kuvvet ve kanlardaki ruh...
İlk bakışta bir birine benzemeyen; bambaşka sosyal, kültürel, ekonomik alanlarda hayat süren ve aynı zamanda benim hayatımda yer etmiş insanlardan bahsettim. Güçlü insanlar. Benzer bir ruh var kanlarında.
Hayatım bu insanlarla güzel.