Tarih 26 Ağustos oldu yine... Büyük Taarruz 103 sene önce bugün başladı. Böyle özel milli günler ve haftalarda Atatürk'ün kaleminden çıkmış veya direkt kendisi tarafından yapılmış konuşmaların derlendiği kitapları okuyup düşünmeye özen gösteriyorum.
Bu dönemde de Can Yayınları'ndan çıkmış iki eseri okudum: Biri "Yorulsanız Bile", diğeri de "Mütarekeden Zafere". İki kitapta da Atatürk'ün yaptığı konuşmalar kronolojik olarak derlenmiş.
Atatürk, söz söylemekte çok yetkin bir lider. Bu iki kitapta yer alan birçok konuşması ilham verici, net ve etkili ama Yorulsanız Bile adlı kitabın 75. sayfasında bir tanesi var ki birçok açıdan beni derinden etkiledi ve buraya not düşmek istedim. Bu konuşmayı Atatürk, 27 Ocak 1923 tarihinde, henüz vefat etmiş olan annesinin İzmir'deki mezarı başında yapmış. Bir oğul, bir asker, bir devlet adamı ve bir idealist lider perspektiflerinden, konuşmayı yaptığı döneme, ve geleceğe dair ibret dolu ve duygu yüklü sözler:
Annem Bu Toprağın Altında
Zavallı validem, bedenini bütün millet için ideal olan İzmir'in kutsal topraklarına bırakmış bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm yaradılışın en tabii kanunudur. Fakat, böyle olmakla beraber bazen ne hüzünlü görünümler arz eder. Burada yatan validem, zulmün, zorun bütün milleti felaket uçurumuna götüren bir keyfi idarenin kurbanı olmuştur. Açıklamama müsade buyurursanız, ıstıraplı hayatının bariz birkaç noktasını arz edeyim. Abdülhamit devrindeydi, 1905 tarihinde okuldan henüz kurmay yüzbaşısı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat, bu adım hayata değil, zindana denk geldi. Hakikaten bir gün beni aldılar ve baskıcı idarenin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Validem, bundan ancak hapisten çıktıktan haberdar olabildi. Ve derhal beni görmekte acele etti. İstanbul'a geldi. Fakat, orada kendisiyle ancak 3-5 gün görşmek nasip oldu. Çünkü tekrar baskıcı idarenin hafiyeleri, casusları, cellatları ikametgahımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Validem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Beni sürgüne götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmekten men edilen validem göz yaşlarıyla Sirkeci rıhtımında hüzün içinde terk edilmiş bulunuyordu. Sürgünde geçirdiğim tehlikeler onun hayatını ıstıraplar ve göz yaşları içinde geçirmiştir.
Başka bir nokta daha: Mütareke zamanında Anadolu'ya geçtiğim zaman, validemi ıstırap içinde İstanbul'da bırakmak zounda kalmıştım. Yanıma kendisinin kattığı bir adamım vardı. Bunu Erzurum'dan İstanbul'a gönderdiğim zaman. Validem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberdar olduğu dakikada, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının infaz edildiğini sanmış ve bu yüzden felç geçirmişti. Ondan sonra, bütün mücadele seneleri onun hayatını elem, ıstırap içinde geçirtmişti. Padişah ve hükümtinin ve bütün düşmanların daima baskı ve işkencesi altında kalmıştı. İkametgahı bin türlü sebep ve vesilelerle basılır ve aranır, kendisi rahatsız edilirdi. Validem üç buçuk senelik bütün gece ve gündüzlerini göz yaşları içinde geçirdi. Bu göz yaşları ona gözlerini kaybettirdi. Nihayet, pek yakın zamanda onu İstanbul'dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki, o artık maddeten ölmüştü, yalnız manen yaşıyordu.
Validemin vefatından şüphesiz çok üzgünüm. Ancak, bu üzüntümü gideren ve beni rahatlatan bir şey var ki, o da vatanı yok edip harabe haline getiren idarenin artık bir daha geri dönmemek üzere tarihin karanlık sayfalarına gömülmüş olduğunu görmektir. Valide hanım bu toprakların altında yatıyor ama milli egemenlik ilelebet yaşayacak. Beni teselli eden en büyük güç budur. Evet, milli egemenlik sonsuza kadar devam edecektir. Valide hanımın ruhu ve tüm atalarımızın ruhu önünde, onlara verdiğim vicdan yemini ile tekrar ediyorum. Valide hanımın mezarının önünde ve Allah'ın huzurunda yemin ederim ki, bu kadar kan dökerek milletin kazandığı ve kesinleştirdiği egemenliği korumak ve savunmak için gerekirse, onun yanına gitmkte asla tereddüt etmeyceğim. Milli egemenlik uğruna canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olacaktır.