İç = Dış

İnsanları dış görünüşlerine göre değerlendirmemek konusunda hayatımız boyunca birçok farklı otoriteden ders veya öğüt alıyoruz. Çok masum, yerinde ve anlaşılır bir önerme gibi görünen bu öğüdü biraz inceleyelim.

İnsanlar hakkında yargıya varmak için onların dış görünüşü yerine iç dünyalarının durumunu kıstas olarak almak için kişilerin iç ve dış yapılarının birbirinden bağımsız ve ayrı olduklarını önden kabul etmek gerekir. Dolayısıyla, bu öğüdü hayata alabilmek için fenomen/numen, öz/töz felsefi ikilemleri ekseninde düşünür ve yaşar olmak lazımdır. Oysa, felsefenin ontoloji dalı dünyayı algılamanın bambaşka yolları da olabileceğini anlatır. Örneğin, Spinoza'nın tekilci yaklaşımına ben daha yakınımdır. Halk arasında böylesine bir erdem vasfı yüklenmiş "insanları dış görünüşüne göre yargılamama" önemesinin bir felsefi dayatma barındırması dahi altyapısının evrensel olmadığına işaret ediyor bence. 

Konuyu fazlaca teoriye boğmadan örnekler üzerinden devam edeceğim ama öncesinde durumu nasıl ele alacağımı bir mantık kurgusuyla izah etmek istiyorum:

1. Diyelim ki insanlara şeklini, dış görünüşünü veren çeper oldukça katı ve insanların daha değişken ve esnek olabilen iç görünüşlerini perdeler nitelikte (Şekil 1). Bu durumda, iç dünyanın malzemesi iç dünyanın sınırı ile dış çeper arasındaki boşlukları zamanla dolduracaktır. Aynı bir kabın içindeki suyun kabın şeklini alması gibi.

Şekil 1: Katı dış çeper, esnek iç çeper

2. Diğer bir olasılık, insanlara dış görünüşlerini veren sathın esnek olduğunu kabul etmektir. Bu durumda, iç ve dış dünya arasındaki doğal gerilim ve farktan doğan denge insana zaman içerisinde değişebilen ve iç dünyanın yarattığı güçlerin dışarıya şeklen yansıyabildiği, aynı şekilde dış dünyadan gelen etkilerin de içeriye rahatlıkla şekil verebildiği bir düzen sağlar (Şekil 2).
Şekil 2: Esnek dış çeper doğal iç-dış kuvvet dengesiyle şekil alıyor.

Bu iki koşulda da iç dünyaya şekil veren çeper ile dış görünüşü sağlayan çeperin birbirine eşitlendiğini görüyoruz. Sınırlar ve limitler konusu bu yazının çapını aşabilecek derinlikte olduğundan ayrıntısına girmeyeceğim ama nesneye şeklini veren daima onun sınırlarıdır. Bu yüzden çeper benzetmesi üzerinden değerlendirme yaptım. Aslına bakarsanız, üçüncü bir durum daha var: İç dünyanın çeperinin katı, dış çeperin esnek olması. Bu da benzer bir sonuç verdiğinden, uzatmamak adına ayrıca yazmıyorum.

Eğer yukarıdaki analizim doğruysa, iç daima dışa eşittir. Yani ne görüyorsak, onu okumayı bilmeli ve o ölçüde yargılar geliştirebilmeliyiz. Yapısal çözümlemeyi bir yana koyup da pratik hayata biraz daha duru bakabilsek yine benzer bir notaya varırız bence. Bir insana baktığımızda, o  kişiye dair apaçık görebildiğimiz binlerce ipucu ve bilgi sağlayıcı varken, kişinin ruh dünyasına dair mistik tahminlerde bulunmak çok daha karmaşık ve masalsı değil mi? Ockham'ın basitlik yasasına göre davranmakta fayda var: Bir olay iki farklı yöntemle açıklanabiliyorsa basit olanı takip et. Örneğin, bir adam ceketiyle pantolonunun rengini uyduramamışsa onun estetik kabiliyetlerinin ve öz-algısının biraz düşük olduğu yargısına varmak çok doğrudan, açık ve delile dayalı bir yöntem. Ama toplumsal öğüt bize neyi öneriyor? Renkleri tutturamamış olabilir ama yine de estetik açıdan gelişmiş ve öz-algısı yüksek biri olabilir. Belki de uygun renkte giysi alacak parası yoktu. Belki, evindeki ayna kırılmıştı. Hemen yargıya varma. Bu bakış, çok daha dolaylı, istisnaları hep göz önüne almayı gerektiren ve kişiliğin dışa yansıma niteliğini yok gibi kabullendirmeye çalışan bir yaklaşım. Sade değil.

Çocuklar, belli bir yaşa gelip de toplumsal kurallarla törpülenene kadar gördüklerini okumak konusunda çok net ve başarılılar. Mesela, bir doktor elinde iğne ile yaklaşıyorsa, annelerinin "acımayacak, korkma" kabilinden sözlerini pek dinlemez, ordan uzaklaşmaya çalışırlar. Oysa biz yetişkinler, hareketleri anlamlandırmak konusunda neredeyse körleşiyoruz. Tam tersine, sözlü ve sembolik mesajlara aşırı anlam ve değer atfettiğimiz bir hayat kuruyoruz kendimize. Hikayeler yaratıyoruz bol bol. Hem de başkalarının sözleriyle çerçevelenmiş hikayeler. Örneğin, iş hayatında bir yönetici eline birkaç defa fırsat geçtiği halde sizi hiçbir zaman terfi ettirmiyor ama sizinle çok olumlu konuşmalar yapıp, neden başkasını seçmenin daha doğru olduğunu izah ediyorsa, bu diyaloğun, söylenenlerin yarattığı tat ve yankılarla yaşamaya yatkınlık gösterirsiniz. Sözler ve bıraktığı tatlar ve kafanızda kurduğunuz hikaye ile yaşayıp gidersiniz. Doktor iğneyle yaklaşıyor olabilir, önemli olan size söyledikleridir(!) Sizce doğru olan bu mu? Yoksa apaçık görüneni okumak mı?

Masallar, kıssalar, atasözleri ve birçok kültürel etmen bizi görünenden koparmaya hizmet ediyor nedense. Kurbağayı öpersen prense dönüşür. Padişah kılık değiştirip halka karışır. İyi görünen kötü çıkar, fakir görünen zengin çıkar... Dahi profesör diye bir tipleme vardır mesela, tüm davranışları, saçı, sakalı saçma sapandır, tırnakları pistir ama çok iyi icatlar yapar. Bunun gibi körleşmeyi öven, yanılsamayı ana akım değer haline getiren bir sistemde bulunuyoruz. Acaba sebebi nedir?

Kendi hayatımdan bir örnek vereyim. Yıllar önce, veritabanı sistemlerimizin tasarımı ve yönetimi konusunda bir yabancı danışmandan hizmet alıyorduk. Danışmanın hali, tavrı, görünüşü hoşuma gitmiyordu. Mesela, aynı kişiyle 4-5 kez tanışıyordu. Unutuyordu tanıştığını. Vücuduna hakim değildi. Kıyafetlerini kendine yakıştıramıyordu. Yemek masasında çatal/bıçak hakimiyeti zayıftı. Çoğu zaman parmaklarıyla destek yaparak tabağındaki yemeği çatalına alabiliyordu. Şöyle düşünmüştüm: Bu danışman kendi hayatını tasarlayamamış vaziyette, bizim sistemlerin tasarımı konusunda ne fayda sağlayacak? Neticede bu kişi bir rapor yazdı ve gitti. Biz de işimize baktık, pek bir fayda sağlanamadı.

Diğer bir vaka: Yaşanan bir teknik talihsizlik nedeniyle birçok kişi sosyal mecralarda son zamanlarda normalden uzun mesajlar paylaştı. İçeriği bir yana, mesajların çoğunda imla bozuktu. Bence bu bir göstergedir. İmlası, grameri bozuk biri, iyi matematik de yapamaz, duru bir zihinsel yapı da kuramaz.

Kulağınıza önyargı gibi geldiğinin farkındayım. Elimdeki öncü bilgilerle yaptığım yargıdır, doğru. İlerde daha çok bilgi edinirsem, yargılarımı da düzeltirim. Ama asla gördüklerimi yadsıyıp insanların ruhi durumları hakkında masallar uydurmaya çalışmam. Neyse ki tarihte böyle düşünen tek kişi durumunda değilim. Abartılı bir yöntem de olsa fizyognomi adında bir yaklaşım var. İnsanların yüz ve uzuv şekillerine göre derinlemesine karakter genellemesi yapma teknikleri bütünü. Yüzyıllar boyu devletler, istihbarat kuruluşları vb. yapılar bu tekniklerle insan tanımlamaya çalışmışlar. Eğlenmek için incelemenizi tavsiye ederim. Ayrıca, kültürel kodlarımızda beni destekleyen sözler de var: "testide ne varsa dışarıya o sızar" iyi bir örnek.

Görebildiğimiz kadar çok görüp, o ölçüde kararlar vereceğimiz; her şeyi bilip, hiçbir şeye körü körüne inanmayacağımız bir dünya da mümkün. Yeter ki ışık olsun.

No comments: