İlham

 

Euler's Identity

İlham kelimesi son zamanlarda birçok sahada ön plana çıkarılıyor. İlham veren liderlik, ilham veren girişimcilik hikayeleri, ilham dolu tasarımlar, ilham ile tetiklenen duygusal arınma maceraları, kişisel gelişim yolculukları, TED konuşmaları ve varyasyonları... Listeyi uzatmak mümkün.

Kabul etmek gerek. Güçlü ve çekici bir ibare ilham. Eskiden sadece sanatsal yaratımla ilişkili kullanılıyordu, artık birçok alanda, özellikle de motivasyonla ilgili temaları bezemek için biraz da kolonileştirilmiş bir biçimde vurgulanmakta. İş dünyası "heyecan" kelimesini de bir aralar benzer biçimde tepe tepe kullanmıştı. Projeler, girişimler, operasyonlar, pozisyonlar hep "heyecanlı" diye nitelendiriliyordu. Coşku eksiğini derinlikli bir jargonla ama bir o kadar da mekanik bir metodla bertaraf etme çabası gibi algılardım hep.

İlhamla ilgili en güzel düşünce rotalarından birine birkaç yıl önce rastlamıştım: "Create inspiration from your limitation". Kulağa hoş gelen bir slogan olmasının yanında, analiz edildiğinde güçlü bir argümana da dönüşüyordu:

1. Sınırlar, iyi okunursa bir çerçeve çizmene yardım eder
2. Çerçevenin tutarlı olması için çerçeveye dair kurallar yaratman gerekir ve bir şablon oluşturursun
3. Şablon dahilinde kural ortaya koyma çabası yaratıcı bir faaliyettir ve zeka ister
4. Yeni kuralların yeni sınırlar yaratır

Murat Pak'ın bir yazısında rastlamıştım bu mantık silsilesine. Orijinali İngilizce'ydi ve biraz daha akışkandı: Limits>>frames>>frameworks>>rules>>intelligence & creativity>>new limits.

İlhamın kaynağı hala birçok disiplinde araştırılıyor. Samuel Taylor Coleridge tarafından afyon etkisinde bir rüyadan kalkıp bir anda yazılan Kubilay Han şiirinin hikayesindeki gibi gizemli düşlerden beslenenler, daima ayakta yazmak veya uzun yürüyüşler yapmak gibi günlük ritüelleri ilhamın tetikleyicisi olarak görenler, bir kişiden ya da öğretiden ilham alanlar, çok çalışarak ilham kaynağını canlı tutacağına inananlar gibi birçok örnek var. Kesin cevap bulunmuş değil.

Kendi yaşamıma baktığımda, çocukluk ve gençlik dönemlerimde ilham veren uyaranların kısır olduğu bir iklim vardı diye anımsıyorum. Uyaranlar azdı ama ilham vardı. Devlet parasız yatılı adında bir müessese vardı, hala devam ediyor mu bilmiyorum, biz o çerçevede okuyan yatılı fen lisesi öğrencileriydik. Doksanların başı. Televizyon kısıtlıydı mesela kantinde. Yarım saat filan Murat Murathanoğlu tarafından sunulan NBA Action programını izler, ilham alıp 4-5 saat basketbol oynardık. Lise takımımız il bazında başarılıydı. Birçok arkadaşımız iyi üniversitelerde okudu, yurt dışında okuyup çalışanlar, üst düzey rollerde çalışanlar eksik olmadı. Güçlü bir rehberlik veya yönlendirme yoktu, gezip üniversiteleri önceden inceleme şansı da yoktu. İlham kaynağımız ÖSYM sınav kılavuzuydu. Üniversiteler, bölümler, geçen yıl uyguladıkları taban puan ve kabul edilen öğrencilerin yüzdelik başarı dilimleri bilgilerine günlerce uzun uzun bakar "vizyon" geliştirirdik. Bir kampüs hayal ederdik. Bir okul. Bir meslek... Bölümün adından ilham alırdık. Taban puanından ilham alırdık.

Dünyaya açılan pencerelerimiz kısıtlıydı. Mesela TÜBİTAK'ın o zamanlar küçük boy yayımlanan Bilim ve Teknik dergisini evire çevire okur, düşünürdük. Bir ayin gibi tekrar tekrar aynı dergiyi okumak. Düşünmek, okumak... Aklımda durumu iyi özetleyen bir imge kalmış: Bir Pazar günü, karanlık bir öğlen, pansiyonun alt katında demir muhafazanın içinde birkaç kanalı zar zor çeken bir tüplü televizyonda kalitesiz bir program açık; Doğu Anadolu'nun uzak illerinden gelmiş bir öğrenci Mehmet İsmet Ulusoy tarafından yazılmış Modern Matematik kitabına çalışıyor. Bir saman kağıt, bir kurşun kalem. Bir masa. Bir soruyu çözmeye çalışıyor. O öğrenci ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği bölümünü kazandı ve uzun yıllardır kurucusu olduğu çok başarılı bir yazılım şirketinde CEO rolünde. Faaliyet gösterdiği sektörün kanaat önderlerinden biri. İmkansızlıklarla dolu o loş televizyon salonunda ilham veren hiçbir şey yoktu. İlham almayı bilen istekli bir çocuk vardı. Kısıtların içinde derin düşünen, bilgi üreten, çözüm geliştiren bir çocuk.

Güzellik bakanın gözündedir derler ya ilham da onu alabilen, bir vizyon yaratabilen, akıllı kişilerce yokluklar içinden dahi imbiklenebilecek bir olgu bence. Fakat, daima sergilendiği gibi, hikaye biraz tersten işletiliyor. Mesela, Sir Isaac Newton ve elma ikilisinde ilham veren elmadan daha çok bahsediliyor. İlham alan Isaac ikincil bir figüre dönüşüyor. Yıllar sonra kurulan şirkete Isaac değil Apple adı veriliyor. Veya birçok kursta ilham veren liderliğin "sırları" öğretilmeye çalışılıyor ama ilham alabilmenin koşulları çoğu zaman es geçiliyor.

Konuyu özetlemek gerekirse, ilham alabilme konusu bir insanın yaratcılığıyla, arzularıyla ve zekasıyla ilişkilidir bence. İlham vermek ise etrafınızda bu ayarda insanlar yoksa sadece bir imkansızlıktan ibaret.